31 Aralık 2011 Cumartesi

Yeni Yıl mı? Finaller mi?


Yeni yıla girme olayını hep saçma bulmuşumdur zaten. Üstelik bu sene de yeni yılın ilk getirisi olarak finaller olunca, vazgeçtim ben yeni yıla falan girmiyorum ya! Siz takılın. Zaten kendimi çalışmak için zorluyorum ama kıpırtı yok. Vizeler desen hepsi açıklanmadı ve açıklananlar da çok iyi değil. Üstüne üstlük bu yılbaşı olayı falan. İnsanların kendini program yapmak zorunda hissetmesi çok saçma. Stresli dönemdeyim zaten her şeye isyan edesim var.

Ha illa gireceğiz madem 2012'ye, güzel bir şeyler olsun bari ya. 2011'den farklı olsun. Çok mutlu olayım, çok gezeyim, çok başarılı olayım, çok seveyim, çok film/dizi izleyeyim, çok yeni insanlar tanıyayım, çok çok çok dolu geçsin. Klasik 2012 temennilerimi de sıraladıktan sonra içimdeki "Çok beklersin!" diyen sese kulak asmadan yazıma devam ediyorum.

Bir de yeni yıla nasıl girersen öyle geçer diyorlar ya, hep çalışırken gireyim diyorum olmuyor. Bu sefer bunu becerebilirsem sene sonunda bu sözün doğruluğunu da ortaya çıkaracağım. Çalışma adına kendime güvenmediğimden nelere umut bağlıyorum ya.

Benim için yeni yıl akşamının anlamlı olacağı tek vakit, kar yağarken camın kenarına oturup, patlamış mısır yiyerek dışarıyı seyretmektir. Karlı yollarda insanların yürüyüşünü izlemek ve kartopu oynayan insanları izlemek büyük keyif verir bana. Kar yağsın bari ya:(

Imm şey bunlar ve daha niceleri buraya gelirse, yeni yıla girebilirim belki!

Hediyeye de hiç gerek yoktu bebeğim, senin gelmen yeter :)

Neyse,

Herkese güzel bir yıl diliyorum. Diledikleriniz bu yıl da olmazsa üzülmeyin. 
Daha 2013, 2014, 2015,... vs. birsürü yıl var önümüzde.


Postman to Heaven/천국의 우편 배달부 [2009]


 Ben bayadır film izlemiyordum. Hele dizilere hiç bulaşmıyordum The Walking Dead hariç. Zaten o da 40 dakkalık bölüm ve ara verdiler. Kore dizilerine özellikle başlamıyorum çok zamanmı yiyecek diye, sömestra saklıyorum hepiciğini. En son dedim bir film izleyeyim, bir filmden bir şeycik olmaz. Elimdeki filmlere göz gezdirdim. Sinema sitelerindeki yorumlara falan baktım bu filmde karar kıldım. Herkes farklı bir konusu olduğundan bahsetmiş.

Başrollerde; Jae-Jung Kim ve Hyo-Ju Han var. Jae'yi sadece resimlerden ve DBSK, JYJ'den biliyorum ama hiç bir ilgim yoktu kendisine karşı. Bu filmi izledikten sonra bayıldım. Özellikle de sesine. Çok karizmatik bir ses tonu var. Biraz soğuk, donuk bakışlarıyla da Kim Hyun Joong'u anımsattı biraz. Kız da çok şeker, hoş bir kız. Ve filmde sürekli giydiği bir elbise var tülden etek uçları olan bayıldım ona:D

Filmin denildiği gibi farklı, güzel bir konusu varmış. Fantastik-romantik bir film diyebilirim. Cennetten gelen bir postacı. Ona yardım eden bir kız. Benim de karşıma böyle bir postacı çıksın diyor insan:) Sevdiklerini kaybetmiş olan insanların acılarını dindirmek için farklı planlar yapıyorlar. Bir nevi bu üzgün insanları kandırarak onların daha mutlu bir hayat sürmesini sağlıyorlar. Konu itibariyle bu kadar yazıyorum. Hoş, sıcak bir film. Ve mutlu sonla bitiyorr :) İzlemeyi düşünürseniz tereddüt etmeyin, tavsiye ederim, iyi seyirler!

9 Aralık 2011 Cuma

Taktım mı tam Takarımm

  
  Neye mi takarım? Şarkılara. Beğendiğim bi şarkı olmasın aman! Günde 1500 defa aynı şarkıyı dinlemeler falan. Ben eskiden bunu yapanlara çok kızardım ama işte büyük konuşmayacaksın arkadaş. Bak hayat bizi nereye getirdi? Artık o kadar çabuk tüketiyoruz ki eskilere yönelmek gelmiyor içimden. Hep bir yeni şarkı arayışları. Yeni şarkı derken sadece yeni çıkmış olanlar değil. Daha önceden çıkmış ve daha farketmediğim şarkılarda da aynı durum söz konusu. Geçenlerde gene odada sürekli 1-2 parçaya takılı kalınca odadakiler isyan etti. Bu yüzden artık kulaklıkla dinliyorummm :)) 

  Son olarak 2 parçaya takılı kalmış durumdayım. Birisi şu güzide eser;

  
  Bendeki Mustafa Ceceli aşkı bambaşka. Bu ses, bu yorum, bu mütevazilik, bu beyefendilik... Adamın dibi ya:) Tereddütsüz dinlediğim isimlerden. Kendisinin çok iyi bir aranjör olduğunu da bildiğimden İskender Paydaş aranjesinde çalışmasına şaşırdım ama başarılı olmuş. Bu şarkının Youtube'daki yorumlarına bakarken Kayahan parçası olduğunu öğrendim. "Ne? Ben niye duymadım ki bu Kayahan şarkısını?" derken araştırdım. Yıl 1993. E tabi ben 90'ların çocuğuyum. Kıçımda bezimle dolanıyordum o zamanlar bilmemem normal. Kayahan üstaddan da dinledim tabi merak edip. İkisi de ayrı keyif veriyor. Ben çok beğendim bu şarkıyı.

  Diğer takık olduğum şarkı ise; geçenlerde radyoda rastladığım Sıla eserlerinden. Daha önce de dinlemiştim tabi ama dingin kafayla dinleyince daha bir hoşuma gitti, sardım ben de.


Bu kadına karşı da inanılmaz saygı ve sevgi duyuyorum. Yani piyasakilerden oldukça farklı. Zaten çıktığı andan itibaren diğerlerinden sıyrılmasını da bildi. Sözler de anlamlı olunca nasıl takmayayım ki ben şimdi?

~~Dinlemeyen varsa es geçmesin, keyifli dinlemeler ^^

8 Aralık 2011 Perşembe

Sıkıldım, kafama estiğince karaladım...


Sıkıldım yazasım geldi. Ne yazsam diye düşünürken....

  Düşündüm de bu ara içimde farklı bir huzur, sevinç var. Geleceğe yönelik birçok plan yaptım. Doğru mu yapıyorum bilmiyorum ama çok hevesleniyorum ve peşinden milyon tane hayal kuruyorum. İlerde yapamayacağım şeyleri okul dönemine sıkıştırmaya çalışıyorum. Kendimi geliştirebilmek için ilk defa bu kadar çabalıyorum. 5 gün akşam okula gidiyorum. 2 gün haftaiçi, 2 gün de haftasonu olmak üzere sabahları 2 kursa gidiyorum. Ve şuan başka bir kursa daha kayıt oldum. O da 2 gün olacak. 5 gün okula gidip 6 gün kurslara gideceğim. Bu yoğunluk oldukça yorucu ve uykusuz kalıyorum genelde. Hatta bazen sabahları kalkamıyorum da ama bir hedef uğruna çabalamak, uğraşmak içimi rahatlatıyor. Öğrencilik döneminde yapmazsam başka ne zaman yapacağım ki zaten? İlerde pişmanlığını yaşamak istemiyorum. Ve geçen seneki benle kıyasladığımda da arada uçurumlar var. Geçen sene de 1 kursa kayıt olmuştum ama haftasonu kalkması zor geldiğinden 3 kere gittikten sonra bırakmıştım. Geçen sene öğlene, ders saatlerine kadar uyuyordum. Gerçi şuan boş olduğumda hala yapıyorum geç yattığım için. Bir de erken yatma alışkanlığını edinebilsem tam süper olacak. 

Okulla da bu ara aram fena değil. Bu dönemki birçok dersi sevmiyorum evet ama arada hocalarından kaynaklı sevdiklerim de var. Pazartesi dersteki konumuz örgüydü. Yani bildiğiniz örgü şişle yapılan. Aman kolay işmiş canım demeyin çoğu kişi bilmiyordu, eline dahi almamıştı şişi:D Benim daha önceden deneyimim vardı profesyonel olmasam da. Kıvırdım ama bu işi ^^ Ablama bana bere ör diye yalvarmıştım bayram tatilinde ama o oralı bilem olmamıştı. Öğren ör kızım demişti. Artık öğrendim ve örüp gözüne gözüne sokacağım :D Derste ellerimizde şişler, örgü örüyoruz. Bir yandan da hocayla sohbet ediyoruz. Yani bildiğiniz gün yapıyoruz bi ortada çay, poğaça, börek falan eksik. Hatta biz artık o kadar muhabbeti ilerlettik ki benim Kore aşkımı da anlattık. Ve ardından kızların "İyi ki doğdun şarkısını söylesene" ısrarlarına dayanamayıp söylemeye başladım!"Saengil Chukhaaa Hamnidaaa". Hoca şaşırdı tabi. a o kadar kolay mı Korece falan diyor. Ondan sonra hoca kendinden bahsetti biraz. Konu konuyu açtı. Hocanın çok komik korkuları olduğunu öğrendik. Hoca anılarını anlattıkça biz kopuyoruz tabi. Gezi yapalım hocam dedik. Hoca da olur dedi. Umarım onu da bahar zamanı bir ara yaparız.
~~
Arada bir benim dangalaklığım tutar, olmayacak gaflar yaparım. Hele de bu ara yaptığım sınıfı çok güldürdü. Salı günü ders ilk ders bitmiş ikincisini beklerken sınıftayız. Bi ara koridora baktım bizim sınıftan kızlar geliyor. Kapı açıldı. Sırtım dönük, kapıdakileri görmüyorum ama bizim kızlar diye düşündüğümden "Ders var arkadaşım, dolu sınıf" dedim. Ana o da nesi? Gayet bakımlı uzun boylu bir bayan yanında bir adamla. İlla ki duydu dediklerimi ama takılmadı tabi sonra da "Arkadaşlar merhaba, beni tanıyor musunuz?". Tamam bir hoca bu belli zaten. Biz "Hayır hocam". Acaba ne hocası diye düşünürken; "Kendimi tanıtayım o zaman size. Ben yeni dekanınız. Sınıf sınıf dolaşıp istekleriniz, önerileriniz var mı diye soruyorum." demez mi? Ben zönk diye kaldım tabi. Neeee dekan mıymış? Oha yani bendeki şansı kes. Neyse ya çok uzattım. Bu kadar saçmalama yeter. 

He burada bitiyorum yazının ana temasını da vurgulayarak bitireyim yazımı. Hayatınızda yapmak istediklerinizi ertelemeyin. Vakit geç olmadan başlayınn!
Hadi ben gittim. Çüüüssss !

Crazy First Love/첫사랑 사수 궐기대회 [2003]


  Başrollerde Tae-Hyun Cha ve Ye-Jin Son. Daha önceki bir yazımda Cha'yı çok beğendiğimi yazmıştım bkz. Kore'deki Favori Aktörlerim. Tereddütsüz her filmini de izleyeceğimi söylemiştim.

  Başroldeki oğlanımız, kızımıza aşıktır çocukluğundan beri. Babasından kızı ister ama kızın babasının bazı şartları vardır. Çocuk liseden mezun olur, farklı şartlar eklenir falan fişman. Çocuk ama hep bekler, hep sabreder. Bu arada kızdaki garipliği de farkedersiniz. Çocuğa yanaşır falan, çocuk da verdiği sözü tutar ve hep kendini geri çeker. Başlarda eğlenceli, komik denilebilecek bir filmken tabi seyri değişir bir zaman sonra.

  Baştan beri bu filme ısınamadım ben. Saçma yerler oldukça fazlaydı. Son'u da severim normalde ama bu filmde oldukça itici buldum. Aslında bu yazıyı yazmayı bile gereksiz, zaman kaybı olarak görüyorum ama olur da yanlışlıkla falan gözünüze ilişir izlemeye kalkarsınız. Bir uyarı mahiyetinde olsun size. Filmi sonraları drama bağlamaya çalışmışlar ama hiç acıma duygusu veremedi bana. Oldukça başarısız bir film. Ama yok ben başrolleri seviyorum merak ettim derseniz; o zaman izleyin de görün derim yani. Zaten ne diyeceğim ki başka?

20 Kasım 2011 Pazar

Sınav Haftası Psikolojisi


Evet vize haftası geldi çattı. Gerçi geçen haftadan beri herkesin sınavları var benim de dahil. Ama onlar uygulamalıydı, çalışma gerektirmiyordu benim için. Şimdi sıra teoriklerde. Sınav zamanı herkes farklı bir psikolojide olur ya onlara değincem bu yazımda. Gerçi en başından beri yazı yazarak vakit harcamak istemiyordum ama zaman kısıtlı ya yazasım geldi, yapacak bir şey yok. 

Eveeet sınava 1 hafta kala herkeste ilk bu düşünce oluşur "Şimdiden çalışmaya başlamalıyım!". Bu düşüncenin, gün geçtikçe "Yarın çalışırım"lar yerini alır. Ve sınava 1 gün kala ders başına oturulur. Çok çalışkanız ya, 2 aylık konuları 1 günde çalışabileceğimizi düşünüyoruz. İlk başta notlar açılır, sayfa hesaplaması yapılır. Kendince bir plan yaparsın şu kadar çalıştıktan sonra mola vs.. "Çok da uzun değilmiş canım, bitiririm" dersin. Bir 15-20 dk, en fazla yarım saat geçer. Sıkılmalar, oflamalar, puflamalar, sisteme sövmeler, nerden geldim ben bu bölüme diye sorgulamalara başlarsınız. Sonracıma sorgulama aşamasının peşi sıra binbir türlü hayallere dalarsınız. Boş boş vakit kaybedersiniz. 


Ama hala bir özgüven vardır sizde; "Biraz dinleniyim aman nolcak, devam ederim birazdan" dersiniz. Sonra bir de internete bakmayagörün. Genelde yapacak bir şey bulamadığımız nette bir sürü zaman kaybederiz. Netten sonra "Tamam artık adam gibi başlıyorum bu derse" dersiniz. Gene biraz zaman geçer. En ufak bir seste dikkat dağılması, bir asabiyet hali ve peşinden gelen anlamlandıramadığımız bir efkar hali, bunalıma girmeler falan. Az gördüğümüz notların gözümüze çok gelmesi, yetiştirememe kaygısı. Ondan sonra saç kırıklarını kontrol etme fikri (tabi kızlar için), biraz da öyle zaman öldürme hali. Sonrasında, genelde sabahlara kadar oturan bünyedeki uyku hali. Gözlerin kapanmaması için kafeinli içeceklerin dibine vurmalar falan. Ve en sonunda pes edip "Yarın erken kalkıp çalışırım" düşüncesi kafada yer eder. Tabi bu benim gibi ikinci öğretimler için geçerli. Birinci öğretimlerin hiç şansı yok bu konuda. Anca sabahın köründe 4-5 gibi kalkıp çalışmaya çalışıyor onlar. Becerebiliyorlarsa ne mutlu da benim harcım değil valla. Neyse bu yazımı burada noktalayıp ders çalışmaya başlayacağım (inşallah).

Herkese sınavlarında başarılar. Aja Aja Fighting!

11 Kasım 2011 Cuma

A Cinderella Story/Modern Zamanın Külkedisi Masalı [2004]


  Külkedisi hikayesinin günümüze uyarlanan serisinin ilk filminde, Hilary Duff ve Chad Michael Murray başrolleri paylaşmakta. Hilary Duff ezelden sevdiğim bir oyuncu/şarkıcıdır. Bu kıza hayranım ben güzelliğine, sesine falan.


Chad ise ilk -İlk diyorum, çünkü film bayağı eski olduğundan ilk kez izleyişim değil- bu filmde tanıştığım yakışıklı, sempatik, dünya tatlısı bir elemandır. Sarışın sevdamın bir parçasıdır o da. Daha sonra House of Wax ve One Tree Hill'de -birkaç bölüm- izledim. Çok dikkat etmeye de gerek kalmadan farkedilen bir şey bu çocuğun burnunun garip olması. Kaza sonucu kırılan burnuna estetik yapılmış ama ne estetik! Tıp terk! He o burun bile yakışıklılığını gölgelememiş o ayrı ama o burundan sonra doktora verdiği tepkiyi merak ediyorum ben.


  Samantha (Hilary) ve Austin (Chad) aynı liseye giden iki gençtir. Austin, okulun en popüler çocuğudur ve okulun takımında amerikan futbolu oynamaktadır. Buna karşın Sam de, okuldaki silik tiplerden biridir ve üvey annesinin restoranında çalışan bir garsondur.



Bu iki genç birbirlerinden habersiz, okulun chat odasında konuşmaya başlarlar.


İkisi de düşündükleri kişiyi bulduklarına inanmaya başlarlar ve okulun düzenlediği Halloween partisinde görüşmeye karar verirler. Kızımız partiye maskeli geldiğinden kimse tarafından tanınmaz çocuk da dahil. Nasıl tanınmaz vs. diye çemkirmelerde bulunabilirsiniz ama film işte.



Kostümleri de bir o kadar muhteşem yalnız. Oğlumuz yakışıklı bir prens, kızımız da Külkedisi olur adeta o kostümlerle. Partiden dışarıya çıkıp konuşurlar. Daha doğrusu çocuk buna sorular sorar, bu da cevaplar verir. Sonra dans etmeye başlarlar falan. Bildiğin rüya yani. Rüyanda görsen inanma. Çok kıskandığım bir sahnedir. Film de olsa o oyuncuların yerinde olmak isterdim ya:(





Ahh, kalbiiimmmm :(



Bir ara çocuk kızın maskesini çıkarmak üzeredir ama kızın telefon alarmı çalar ve kız restorana geç kalmamak için koştura koştura gider.


Giderken kızımız ne düşürür tahmin edin? Bilemediniz! Ayakkabı falan değil, modern çağdayız! Telefondan başka ne düşürebilir ki? Tabi :D Telefon da kilitli olduğundan çocuk karıştıramaz. Yani gene öğrenemez kızın kimliğini. Ama bu kızın iki salak üvey kardeşi öğrenir ve Austin'in eski kız arkadaşına (Ponpon kızlardan) yetiştirirler. Okul maçının öncesi kızlar gösteri falan yapar ve bu durumu da bir skeçle anlatırlar. Kızın da kimliğini deşifre ederek. O sırada Austin ve Sam bakışırlar.



Bu bakışmadan sonra kız ağlaya ağlaya eve gider. Kim olsa ağlardı zaten.


Bir süre birbirlerini görmemezlikten gelirler ama okul takımının final maçının olduğu gün, kız artık kendini tutamaz ve çocuğun yanına gidip içinde kalanlar bir bir söyler. En sonunda da "...çünkü seni beklemek bu kuraklığın ortasında yağmur beklemek gibi." diyerek bitirir sözlerini ve statta maçı izlemek üzere yerini alır. Austin de maçta yerini alır. Sam'in orada olduğunu görür. Maçın son dakkalarına doğru Sam, yerinden kalkar ve çıkışa doğru gider. Bunu gören Austin, daha fazla sabredemeyip koşarak kızın yolunu keser "Üzgünüm, yağmur için beklettim." der. Veee mutlu sonnn! :)


Bu filme bayılıyorum ben. Ne zaman, nerede görsem izliyorum. Ara ara da izliyorum. Belki çok harika bir film değil, tamam biraz da kısa işlenmiş falan ama benim için yeri apayrı. Fantastik film manyağı biri olarak bu fantastik aşk filmini çok seviyorum! Baştan sona bir yapımı anlatmayı, yazmayı sevmem ama bu filmi yazdım. Başka da yazmam herhalde :) Bence kesinlikle izlenmelii!

30 Ekim 2011 Pazar

7 Saatte Ankara'da Neler Yapılabilir?

  Başlığa binayen cevap veriyorum; Hamamönü-Taceddin Dergahı-Etnografya Müzesi-Resim ve Heykel Müzesi-Pirinç Han-Koç Müzesi-Kale-Anadolu Medeniyetleri Müzesi-Ulus gezilebilir!


  Pek sevgili arkadaşım, Ankara'daki şansım Mavi , kuzeniyle Ankara Turu yapacaklarını yazmış. Benim de etrafım asosyalden geçilmiyor, gezemiyorum falan fırsatı kaçırır mıyım? Atladım olaya. Zaten 29 Ekim tatil falan beni bağlayan bir şey de yok, gitmekte fayda var dedim. Hayatımda aldığım en mantıklı kararlardan biriydi. Kabul abarttım ama gerçekten de değdiiii... 

Turumuzun ilk durağı; Hamamönü

 Buraya beni ilk getiren isim gene Mavi'ydi. Hatta Hamamönü'ndeki güzel sokaklardan birinde, bankta otururken bir fotoğrafımı -foto da güzeldir he, iyi çekiyor- çekmişti. O fotoğrafdan sonra hemen hemen tüm arkadaşlarım neresi olduğunu sormuştu. Güzel bir yer Ankara'da gidip görülmesi gereken ender yerlerden.

  10.30'da Sıhhiye metrosunun orda buluşup Hamamönü'ne yürüyerek başladık tura. Orada kahvaltımızı yaptık.

  Kahvaltıdan sonra Taceddin Dergahı'na gidelim dedik. Tabi gitmeden Mavi'nin Sanat Sokağı'ndan bir kitap alması gerekiyordu oraya da uğradık. Oraya daha önce gitmemiştim, beğendim. Güzel atölyeler var. Aklınıza gelebilecek hemen hemen her şeyi yapıyorlar. Benim dikkatimi çeken Ebru atölyeleriydi. Biz de yapabiliyormuşuz 5 tl karşılığında. Aklıma kazıdım birkaç kişiyi oraya götürüp ebru yapacağım^^
  
  Sanat Sokağı'ndan sonra Taceddin Dergahı'na geçiş yaptık. Malum Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı'nı yazdığı yer. 2 katlı ufak bir ev. Birkaç fotoğraf çekinelim dedik. Merdivende çekileceğimiz sırada karşıdan uzunca bir grup geliyordu. Hızlıca çekindik birkaç kare.

  Sıradaki durağımız; Etnografya Müzesi

  Geçmişte kullanılan eşyalar vs. şeyler var bu müzede. Ama en önemlisi Ulu Önder Atatürk'ün geçici olarak naaşının yattığı yerdir. Bu yüzden daha bir önemlidir tabi.

  Müzeden dışarı çıktık etrafta birçok heykel var. Mavi birkaçını fotoğrafladı.

  Bu müzeden sonra planımızda olmayan hemen yanındaki Resim ve Heykel Müzesi'ni farkedip ve gezmeye karar verdik. Güzel eserler var. Bir hayli fazla. Bazı ressamların eserleri için özellikle onların adında odalar açılmış. Gez gez bitmiyor anacım. Bina da çok hoş. Fotoğraf çekilmek için çok güzel bir mekan. Resimlerle falan çok sanatsal oluyor tavsiye ederim :) Biz burada çook resim çekindik. Bir çift vardı ki Mavi ne zaman resim çekinmeye kalksa oradan buradan ortaya çıktılar. Böyle insanları öldüresim geliyorr...
 Bu tablodaki renklere hayran kaldım

  Oradan ayrıldıktan sonra Kale tarafına yola koyulduk. Kale Mahallesi'ndeki Pirinç Han'a uğradık. Buraya da ilk defa geldim. Küçük ve samimi bir han. Çok güzel gümüşler vaarr. Para biriktirip almak lazım diye düşündüm:D Onun dışında Mavi'nin girdiği bir dükkanda ben de arkadaşıma hediye ufak bir kar küresi aldım. Boş dönmek olmaz.

  Sonracığıma Mavi'nin beni daha önce götürdüğü Gramofon Cafe'ye girdik. Modern yaşamdan uzak havası insana huzur veriyor. O eski zamanlara geri dönme isteği uyandırıyor. Keşke her yerde görebilsek böyle mekanlar.
 Bu resimdeki çekik bebe çok tatlıııı ^^

  Cafe'den çıkıp tekrardan Kale'ye doğru yürüdük. Tadilat varmış yollarda, bok gibi. Yürürken zorluk çekiyor insan.
 
  
  Kale'ye çıkmadan oradaki Koç Müzesi'ne girdik. Burada oyuncak tarzı şeyler var. Sunay Akın'ın Oyuncak Müzesi'nin daha küçük modeli diyebilirim. Daha hala kapalı kapıları var, Mavi'den duyduğum kadarıyla sürekli yeni bir şeyler getiriyorlarmış.


  Müzeden çıktıktan sonra Kale'nin girişine geldik. Ben bu Kale'ye çıkarken ölüyorum o merdivenler falan. Bir de ödüm patlıyor Kale'de dolanırken. Çok tehlikeli. Trabzan neyim yok. Denge işi biraz :D Yükseklik korkusu olanlar çıkamaz zaten. Neyse Kale'nin üst bölgesine çıkıp oturduk Ankara manzarasına karşı.
  
  Bu arada sarı kapşonlu bir turist gelip oturdu benim tarafıma. İlk baktğımda bi sırıttı. Biraz geçtikten sonra karşısını gösterip "Is there Altınpark?" tarzında bir soru sordu (yanlış yazmış olabilirim emin değilim). Ben Mavi'yle kuzenine sordum orası Altınpark mı diye soruyor diye. Mavi, yok ya ne Altınpark'ı hacı "Yok yok" diyor çocuğa. Ben de no no dedim. Bir taraftan da içimden diyorum bu kız niye Türkçe cevap veriyor çocuğa:D Yalnız çocuk da yanımıza konuşmak için geldi belli yani. Neyse biz kalede çok kalmadan indik aşağıya. Gene konusu açıldı Mavi'ye niye Türkçe cevap verdin falan dedim. Bir dakka o Türk değil miydi dedi. Hayır o turistti dedim. Orada arkadaşlarına çok güzel tarzı şeyler dedi nasıl Türk olmaz falan diyip, bir yandan da benim İngilizce konuşup pratik yapmam lazımdı falan diyerek dövündü:) 
  Kale'den sonra Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne geldik. Müzenin büyük bir bölümü tadilattaymış. Girdik küçücük bir bölümü açık zaten. İstanbul'daki Arkeoloji Müzesi'nden sonra bana küçük geldi haliyle. Oradaki görevliye ne zaman tadilattan çıkar diye sordum. Bana 1,2 sene daha sürer demesin mi? Şok oldum tabi. Zaten 1 senedir tadilattaymış. Ben mezun olmadan tadilat bitse bari.

  Burdan çıktık saat 4.30 falan yanlış hatırlamıyorsam. Daha Meclise, Roma Hamamı'na falan gitcektik de 5'te kapanıyor heryer. Onlar kaldı. Başka zaman da oralara gitcez. Biz de Ulus'ta çiğköfte yiyerek sonlandırdık bu geziyi. 

  Yolu da hesaba kattım ve 8 saattir dışarıda olduğumu farkettim. Dışarı çıkıp herhangi bir cafede laklak ederek zaman öldürmektense bu tür faydalı geziler insanlara daha çok şey katıyor. Bir de işin maddi tarafını ele alayım merak edenler için:) 
  • Yemek parası (Kahvaltı, cafede çay, çiğköfte) - Toplamda 13 tl
  • Etnografya Müzesi - Öğrenciye 3 tl
  • Koç Müzesi - Öğrenciye 3 tl
  • Anadolu Medeniyetleri Müzesi - Öğrenciye tek giriş de 10 tl, Müze Kart da 10 tl (kart iyidir 1 sene boyunca kullan)
  • Bir de yol var işte benim 2'lik ego yani.
Bunun dışında kalanlar ücretsiz zaten. Hele de Resim ve Heykel Müzesi hem ücretsiz hem de bayağı büyük. 

Bu parayı nelere vermiyoruz ki? Özellikle yazdım ki Ankara'da oturanlar bir zahmet 1 defa olsun gitsin buralara.

Bu arada yayında ve yapımda emeği geçen Mavi'ye teşekkürü bir borç bilirim^^ 
Geziyi Mavi'nin kaleminden okumak ve daha fazla resim görmek için BUYRUN

29 Ekim 2011 Cumartesi

Bugün Günlerden Cumhuriyet!


Cumhuriyetimizin 88. yıldönümü kutlu olsun. 
Atamız, yol arkadaşları ve tüm şehitlerimiz nur içinde yatsın.
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına mahal vermeyeceğiz, Cumhuriyeti bizler yaşatacağız ilelebet!